T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
MANİSA / YUNUSEMRE - Manisa Hasan Türek Anadolu Lisesi

ZEYNEP TUĞRUL

 

 

AYLARCA HAYALİNİ KURDUĞUM İTALYA

 

            Büyük gün gelmişti .Hemen hazırlıklara başladım, tabii ki önce bavulumla.  Bavulumu büyük bir heyecanla hazırlamakla beraber "Acaba bir şey unuttum mu ?" endişesi heyecanımı biraz olsun burkuyordu. Bavulumu binbir güçlükle hazırladıktan sonra bir an önce İtalya'da olma umuduyla yatağıma gittim. Beklediğim gibi uykuya dalmak kolay olmadı.

            Saat 05.00...  Evden çıktım ve okula vardım. Vardığımda birkaç arkadaş ve hocalarım oradaydı. Bavulumla onlara katıldım. Tüm İtalya yolcuları toplandıktan sonra İzmir Havalimanına doğru yola çıktık.

            Herkes yakınlarıyla vedalaştıktan sonra havalimanına girdik. İzmir Havalimanı, birkaç defa bulunmama rağmen bu seferki gidişimde daha bir güzel ve mutluluk vericiydi benim için. Bunun sebebi ilk kez ailemden biri olmadan seyahate çıkıyor olmamdı. Uçağa binme vaktimiz yaklaştığında kontrol noktalarına doğru ilerlemeye başladık. Buraları benim en nefret ettiğim yerler. Çünkü her zaman aklımda "Acaba geçerken bir sorun çıkacak mı" düşüncesi vardır. Neyse ki öyle bir şey olmadı ve bagajları verdikten sonra uçağa yerleştik.   

Bu zamana kadar uçak yolculuklarım hiç eğlenceli olmazdı ama bu sefer arkadaşlarımla beraber olduğum için gerçekten zevk aldım; havadan yeryüzüne bakmak ve evleri  bir mozaik kâğıttaki şekillere benzetmek bizi gerçekten eğlendirmişti. Bir süre sonra bulutların üstündeydik. O anki duygular gerçekten yaşanması gereken şeyler bence.

            Öğlenden sonra Milano Orio al Serio Havalimanındaydık. İzmir Havalimanından sonra buranın havalimanı olduğuna inanmak biraz zor oldu. Bavullarımızı bir emanet bölümüne 5 Euro karşılığında koyduk.

            Milano için otobüse bindik. Yolculuk sırasında etrafa bakınırken yolların ve çevre planlamasının Manisa'ya benzerliği beni şaşırttı. Bir an kendimi Manisa'da zannettim. Otobüs yolculuğundan sonra metroya binmek için istasyona gittik. Bu, metroya ikinci binişim olacaktı. Biletlerimizi aldıktan sonra güvenlik amacıyla biletlerin gösterilmesiyle geçilebilen bir makineden geçtik. Sonunda metrodaydık. İşte o zaman İtalya'da olduğumu anladım. Farklı farklı dilleri konuşan her ırktan insan.... Metro yolculuğundan sonra bukle gibi güzel bir estetiğe sahip merdivenlerden yukarıya çıktık.

            İşte farklı bir dünya. Televizyonlardan izlediğimiz Duamo Kathedrali şimdi karşımızda. O kadar büyük ki ve mimarisi o kadar muhteşem ki... Bunu keşfedebilmem zor oldu. Çünkü o kadar kalabalık alanda ilerlemek gerçekten çok güç. O kalabalığın içinde parmak ucunda ilerliyormuşçasına yürümek can sıkıcı olsa da sonunda o devasa ve muhteşemlikle buluşabilmek gerçekten harikaydı. İncelediğimde, verilen emeğin ne kadar büyük olduğunu anladım. Sadece bir kapısında bile o kadar ince ve detaylı işleme yapılmış ki içeriye girince ne ile karşılaşacağımı düşünmek bende büyük bir beklenti uyandırdı.

 İçeri girdiğimde beklentilerimin boşa olmadığı çok açık bir şekilde anladım. Çok büyük bir alan. O kadar büyük ama bir o kadar da loş bir ortam. Orta kısım dua ve dinsel etkinlikler için ayrılmış ve etrafı uzun çitlere benzeyen -tek farkı camlı olması-destekliklerle kapatılmıştı. Gezmeye devam ettiğimde beni şaşırtan şeyler oldu: insanların dua etme şekli.. Bazıları uzunca bir masanın üzerinde bulunan mumları yakarak dua ediyordu. İlginç olması bir yana ortama bir güzellik de katıyordu. Katedralin bir ucundan diğer ucuna kadar uzanan, dışarıdan gelen hafif bir esinti yüzünden bir o yana bir bu yana  sallanan alevler... Biraz daha ilerlediğimde telefon kulübesine benzeyen kabinlerle karşılaştım. Öğrendim ki bunlar günah çıkarmak için kullanılıyormuş. Her ne kadar inanmasam da bunun nasıl olduğunu hep merak etmişimdir.

    

 

            Birkaç adım ilerledikten sonra üzerinde beyaz kürkü kalem eteği, topuklu ayakkabısı ve kısa beyaz saçları olan bir kadın gördüm. Kadın, önü hapishaneyi andıran siyah demirlerle kapatılmış, sağında ve solunda yanan mumlar bulunan ve yerden yüksekte bulunan bir heykele ,demirlere sarılmış bir şekilde dua ediyordu. Bir süre sonra dikkatimi toparladım ve mimariyi incelemeye devam ettim. Dikkatimi  ilk olarak yerden metrelerce yukarda bulunan camlar çekmişti. Gerçekten meleklerin kanatları var mı?  Bunu bilmiyoruz ama zihnimizdeki meleklerin kanatları vardır. Camların üzerinde de melek kanatları gibi kanatları olan, tüm vücut hatlarıyla, birbirlerine ulaşmaya çalışan kadın ve erkek resimleri vardı. Artık gitme vakti gelmişti .

Oradan ayrıldıktan sonra etrafa bir bakındım. Katedralin önünden bakınca sağ tarafımda eskimiş bej boyasıyla uzunca bir yapıt bulunuyor .Bu,  Manisa'daki Beyazfil'e benziyor, sadece daha uzun. Bu yapıtın ortasında sağa doğru uzanan bir yol bulunuyor.  Sol tarafımda ise daha koyu bir renkte ve mimarisi buna benzeyen bir yapıt buluyor ama bu yapıt daha kısaydı. Biraz ilerleyince sağ tarafta bir tiyatro gördük. O sırada bir tiyatro gösterisi olmalı ki bir sürü insan içeri girmek için sırada bekliyordu. Biz grup olarak sağ tarafa doğru giden yolu izledik. İlerlediğimde içeride ünlü markaların (Louis Vuitton, Toms , Vakko ... ) mağazalarıyla büyülendim. Hep içerisine girip bakmak istediğim mağazalar karşımda ve tabii ki bu şansı kaçırmayıp Beyza ile  hemen Louis Vuitton'a girdik. İçeride elit insanlar vardı. Beğendiğimiz birkaç çantaya baktık ve fiyatlarına da. Bu, bizim mağazadan çıkmamıza yetti de arttı bile. O kadar pahalı bir çantaya dokunmaya hakkımızın olmadığını düşündük Beyza'yla. 

Mağazadan çıkınca etrafa bakındığımda binanın çatısı dikkatimi çekti. Camilerimizin kubbesine benzer bir şekle sahipti. Tek farkı,  işlemeli değil, sade cama sahip olmasıydı. Camın sade olması, gün batımının birbirinden renkli ışıklarını içeriye davet ediyor ve ortamı mistik bir havaya bürüyordu.

      Artık otobüse gitmemiz gerekiyordu . Bunun için uzun bir yol yürüdük. Bu yürüyüş, bizi çok yordu. Metroya binerken dikkat etmem gerekiyordu. Çünkü ilk yolculuğumda metronun  eski olmasından dolayı tren, sanki daha fazla işlev görmek istemiyormuş gibi kapılarını kısa bir süre açık bırakıyordu. Metroya binerken ve inerken tüm yorgunluğuma rağmen kapıların kısa açık süre açık kalmasından dolayı aceleyle içeri girip çıkmaya çalıştım.

Metro yolculuğundan sonra otobüse yerleştik. Ancak otobüsün harekete geçmesine 20 dakika vardı. O yüzden Meral ile beraber otobüsten inip ortada bulunan parkın etrafını çevreleyen basamaklara oturduk. Artık hava kararmıştı. Meral ile bir yandan konuşurken bir yandan da evlerin mimarisini inceliyordum. Evler tarihi eserlere benzeyen bir dış cepheye sahipti, bu da evlere nostaljik bir hava veriyordu. Rengârenk çiçekler neredeyse her evin balkonunu süslüyordu.

Otobüs yolculuğu başladığında uyumaya yeltenmiştim ki hocalarımızla yaptığımız sohbet uykumu açtı ve gördüğümüz yerleri yorumlayarak fikirlerimizi paylaştık. Otobüsten inip bir hafta boyunca konaklayacağımız ailelerin bulunduğu yere gitmek için diğer bir otobüse bindik. Bir saat sonra buluşma noktasına vardık. Vedalaşmanın ardından misafir olacağım ailenin arabasına bindim ve yola çıktık. Burası Verona'ydı. Milano'dan farklı görünüyordu. Milano'ya bakılırsa burası daha çok köyü andırıyordu. Sarı renkleriyle dikkat çeken evleri genellikle müstakildi.

    Milano'daki günüm bu şekilde geçti. Orda, her ne kadar yabancı ülkede olduğum için kendimi eksik hissetsem de Milano kesinlikle görülmesi gereken bir yer .

 

                                                                                                ZEYNEP TUĞRUL 11-B

Paylaş Facebook  Paylaş twitter  Paylaş google  Paylaş linkedin
Yayın: 21.12.2014 - Güncelleme: 13.03.2023 21:35 - Görüntülenme: 986
  Beğen | 0  kişi beğendi