T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
MANİSA / YUNUSEMRE - Manisa Hasan Türek Anadolu Lisesi

Zeynep Sevgi Dönmez

 

 

                                                          EFES-ŞİRİNCE

 

 

            27 Şubat 2014 tarihinde Comenius projemiz kapsamında düzenlenen Efes-Şirince gezisi için saat 08.00'de okulda olmamız gerekiyordu fakat ben dahil çoğu kişi kalkış saatinin 08.30 olduğunu düşündüğü için otobüsümüz, yarım saatlik bir rötar yaptı. Tüm gruplar otobüsteki yerlerini aldıktan ve Aslıhan Hoca kısa bir yoklama aldıktan sonra saat 08.45 civarı okulumuz önünden İzmir-Aydın kara yolu üzerinde bulunan ve İzmir'e bağlı küçük bir ilçe olan Selçuk'a doğru hareket etmeye başladık.  

            Kış ayında olmamıza rağmen havada pek o kadar da keskin bir soğuk yoktu doğrusu ama ben neredeyse dünyanın en şanssız insanlarından biri olduğum için geziye de grip olarak katılmıştım ve otobüsün içi bile bana eksi kırk derece gibi geliyordu. Yaklaşık bir buçuk saatlik bir yolculuktan sonra Selçuk'a varabilmiştik. Bir buçuk saat diyorum ama aslında o yolculuk bana bir buçuk yıl gibi geldi. Bilirsiniz, ilk defa göreceğiniz bir yere giderken oldukça heyecanlanır ve bir an önce oraya varmak istersiniz, işte ben de her ne kadar yanımda oturan sınıf arkadaşım Gamze'yle müzik dinlemeye ve sohbet etmeye çabalasam da bir türlü o duygudan kurtulamadım.

 

            Otobüsümüzden indiğimizde dışarıda Manisa'dan farklı olarak daha güneşli ve ılık bir hava bekliyordu bizi. İndiğimizde herkes bulunduğumuz alanın genişliğine bakarak ilk olarak Efes'e geldiğimizi düşündü fakat yanımıza gelip bizden bir an olsun ayrılmayan rehberimiz, ilk durağımızın Saint John Kilisesi olduğunu söyledi. Rehberimiz 30'lu yaşlarda esmer, sevecen bir adamdı. Türk olmasına rağmen diğer grupların da anlayabilmesi için bilgilerini bize İngilizce olarak açıkladı. Saint John Kilisesine varmak için indiğimiz yerden yukarı kısa bir tepe yürüyüşü yaptık. Rehberimiz bu harabe kilisede, İncil yazarı St. John'un mezarının bulunduğunu, haç planlı olup altı kubbeye sahip olduğunu söyledi. Bu kilise, zamanın imparatoru Justinien ve karısı Theodora tarafından yaptırılmış ve söylediğine göre zamanında dünyanın en büyük 7 kilisesinden biriymiş. Tam kesin olmamakla birlikte MS 6 veya 7. yy.'a ait olan bu binada pek çok monogram ve kabartmalar bulunuyordu. Rehberimiz kilise turunun sonunda tepenin hemen aşağısında bulunan, halen restore halinde olan İsa'nın ölümünden sonra Meryem Ana'nın son günlerini geçirdiği ve Müslümanlarca da kutsal sayılan ve ilk önce kiliseyken sonradan cami görünümünü kazanan Meryemana Evi'ni gösterip bize onun hakkında da ufak tefek bilgiler verdi ve ben de o anlatırken en sevdiğim şeyi-fotoğraf çekmeyi-yapmaya başladım.

 

            Kilise turundan sonra gruptan birkaç kişi hediyelik eşya dükkanlarını ziyaret etti, ben dahil diğerleri de onların alışverişini bitirmesini bekledi. O sırada yabancı bir öğretmen de oranın yerlisi bir boyacı çocuğun Fransızca ısrarlarına dayanamayıp ayakkabısını boyattı.  Alışveriş faslı bittikten sonra tekrar otobüsümüze binip bu sefer asıl durağımız olan ve herkesin heyecanla beklediği Efes'e vardık. İlk olarak hocalarımız bizim için gişelerden bilet aldı ve sonra biletleri onaylatıp yüzyıllar öncesi Klasik Yunan Dönemi'nde İyonya'ya ait 12 şehirden biri olan gizemli antik kent Efes ya da eski adıyla Ephesos'a girdik.

Rehberimiz, gezdiğimiz yerleri büyük bir incelikle hiçbir ayrıntıyı atlamadan tüm detaylarıyla açıkladı. Efes, tarih boyunca pek çok kez yer değiştirdiğinden kalıntıları yaklaşık 8 km'lik geniş bir alana yayılmış. Ayasuluk Tepesi, Artemision, Efes ve Selçuk olarak dört ana bölgeye ayrılan harabeler söylediğine göre yılda ortalama 1,5 milyon turist çekiyormuş. Tabii, alan bu kadar geniş olunca biz de zamanımız yettiğince rehberimiz önderliğinde bu gizemli şehri keşfetmeye başladık. Tümüyle mermerden yapılan ilk kent olma özelliğini taşıyan ve dünyanın 7 harikasından birini içinde barındıran Efes'e yukarıda dediğim gibi ilgi büyüktü. Bizimle beraber çevrede pek çok yerli ve yabancı turist bulunuyordu. Önce St. Jean Bazilikası'nı gezip ilk grup fotoğrafımızı çekildik, ardından pek çok tapınağı ziyaret ettik. Zaten bu koca şehirde kaybolmanıza imkân yoktu çünkü neredeyse her köşe başında nerede olduğunuzu belirten tabelalar ve yapıtlarla ilgili bilgiler vardı. Ayrıca rehberimiz olmasa bile bizi her an esprileriyle kahkahalara boğabilecek Oktay Hoca yanımızdaydı yani gezi boyunca endişelenmeye ya da sıkılmaya imkân yoktu diyebilirim. Kentin giriş kısmını gezdikten sonra Prytaneion ya da sizin anlayacağınız dille yazayım Belediye Sarayını gezdik. Burada da her yerde olduğu gibi bir sürü sütunlar ve yazılar bulunuyordu.

 

            Belediye Sarayı'ndan sonra Mermer Cadde'nin başındaki kentin ticari ve kültürel merkezi sayılan Agora'ya çıkıp şehrin kalbine yani Celcius Kütüphanesi'ne doğru yola koyulduk. Tiyatro ve Kütüphane Meydanı'nı birbirine bağlayan bu uzun caddede neredeyse yok, yok gibiydi: çeşmeler, umumi tuvalet ve hamamlar o dönemin zenginlerine ait Yamaç Evler, eğitim ve hamam işlevlerine sahip Gymnasiumlar ve caddelerin kesiştiği yerlerde bulunan kapılar ve anıtlar... Her ne kadar Mermer Cadde'nin de hatrı sayılır bir uzunluğu bulunsa da rehberin söylediğine göre Efes'in en uzun caddesi Liman Caddesi'ymiş . Caddenin sonunda bizi Kütüphane'ye açılan dar bir geçit bekliyordu. Geçitin bu kadar dar olmasının sebebi rehberin söylediğine göre o zamanda bulunan at arabacılarının kentin merkezine at arabalarıyla girme yasağı olmasıymış. Bu kural, zamanla bizim de ilgimizi çeken bir geleneğe dönüşmüş, kim o dar geçitten tek bir adımda geçerek bir dilek tutarsa o dileğinin kabul olacağına inanmış Efesliler. Tabii biz de yüzyıllardır var olan geleneği hiçe saymayıp geçitten tek adımla geçerken bir dilek tuttuk. İşte beklenen yer: Kütüphane! En azından benim en çok merak ettiğim ve gezi boyunca en çok ilgimi çeken yer burasıydı diyebilirim. Dönemine göre oldukça büyük bir yapı olan bu mermer kütüphanenin duvarlarında pek çok küçük heykel ve yazı bulunuyordu. Kütüphane önünde başta Japon turistler olmak üzere biz dahil pek çok kişi fotoğraf çekildi ama zaman kısıtlığı yüzünden ne yazık ki en çok merak ettiğim yeri derinlemesine inceleyemedim ama kısa bir süre de olsa oranın atmosferini tattığım için mutluyum. Kütüphane'den sonra rehberimiz bize tiyatroyu ve Kral Mezarlıkları'nı  gösterdi fakat kısıtlı zaman yüzünden ne yazık ki devasa büyüklükteki bu açık hava tiyatrosunu ancak uzaktan görebildik.

 

            Efes turumuzdan sonra çıkışta yine hediyelik eşyaların bulunduğu dükkânlara uğradık ve ben kendime o günü hatırlatacak ufak tefek şeyler aldım. Kısa bir moladan sonra bir diğer durağımız olan Meryem Ana Kilisesi'ne gitmek için tekrar otobüsümüze bindik. Kilise, şehre göre epeyce yüksek bir tepede bulunuyordu, bu yüzden otobüsümüz ağır ağır tepe boyunca tırmanırken ben de ayaklarımın altındaki enfes Selçuk manzarasını seyretmeye koyuldum. O yükseklikten kent küçücüktü ve kentin arkasındaki göz alıcı yeşilliği fark etmemenize imkân yoktu. Bulutlar ise adeta bize rehberlik ediyordu.

            Kiliseye vardığımızda ilk olarak buranın içini gezdik ve ben hayatımda ilk defa bir kilise gördüm diyebilirim. Kilisenin içi ne kadar küçükse bahçesi de bir o kadar büyüktü ve içinden çok, bahçesi ve uzunca bir duvara asılmış mendil ve bez parçalarında her dilden dilekler bulunan dilek duvarı dikkatimi çekti. Biz dışarısını gezip dilek duvarına mendil bağlarken diğer gruplar içeride dua edip mum diktiler hatta bazı Türk öğrenci ve öğretmenlerden bile dilek dileyip mum dikenler oldu. Yalnız ben burada istediğimi alamadım çünkü kilisenin içinde fotoğraf çekmek yasaktı. Burada rehberimize veda edip yine kürkçü dükkânı misali otobüsümüze geri döndük.

 

            Kilise turumuzdan sonra yine bir sürü tepeyi aşarak nihayet son durağımız eski bir Rum köyü olan beyaz boyalı tahta pencereleriyle ünlü Şirince'ye vardık. Efes ve Meryem Ana Kilisesi'nin arası pek de uzak sayılmazdı ama Şirince'ye varmamız beklediğimden de uzun sürdü. Şirince'ye vardığımızda ilk iş olarak zil çalan karınlarımızı bastırmak için ilk girdiğimiz restoranda öğle yemeğimizi yedik. Karnımızı doyurduktan sonra hocalarımız bize yaklaşık 45 dk.lık bir izin verdiler ve Şirince'yi gezip alışveriş yapma imkanı bulduk. Herkes çil yavrusu gibi dağılırken ben de Gamze'yle dolaşmaya başladım hatta gezi sırasında gruptan pek çok kişiyle bile karşılaşıp bu tesadüfe gülüştük. Gamze'yle birlikte çeşitli el sanatları dükkânlarına, takıcılara ve hediyelik eşya dükkânlarına girip çıktık. Çevrede bizim gibi epeyce yerli ve yabancı turist vardı ve çarşı olarak adlandırılan meydan da çok kalabalıktı. Turist bu kadar fazla olunca da mecburen satıcıların hepsi çoğu dillerden derdini anlatacak kadar kelime biliyordu ve genel olarak yarı Fransızca yarı İngilizce cümleler kurarak turistlerin ilgisini çekmeye çalışıyordu. Her ne kadar turistlere çok yüksek fiyatlar söyleyip bana göre kaba davransalar da genel olarak Türklere karşı çok daha iyi bir tutum içerisindeler hatta sizinle sohbet bile ediyorlar. Sanırım onlar da sürekli yabancı turist görmekten bıktılar ve bu yola başvurdular, bilemiyorum.

Şirince deyince akla ilk gelen şey şarap olur kuşkusuz bu yüzden etrafta sayılamayacak kadar bir sürü şarapçı vardı ve herkes en iyi şarabın kendine ait olduğunu iddia ediyordu gülerek. Bizse Gamze'yle kalabalıktan sersemlemiş bir halde kuytu bir yere attık kendimizi fakat kuytu dediğimiz yer harabe bir tarihi kiliseymiş aslında, bunu sonraları yanımıza gelen turistler ve etrafta bulunan yazılar sayesinde anladık. Kiliseden çıktıktan sonra biraz daha yukarılara çıkıp evlerin mimarilerine göz attık ve ben bir sürü manzara fotoğrafı çekme imkânı buldum. Beni kütüphaneden sonra en çok etkileyen,  şüphesiz evlerin bu mimari özellikleriydi. Hatta bir an kendimi, o iki-üç katlı evlerde yaşıyor hayal ederken buluverdim.

 

            Saat altı civarı tüm grup otobüsten indikten sonra önceden kararlaştırdığımız buluşma yerinde toplandık. Kısa bir yoklamanın ardından otobüslerimize binip doğruca Manisa'ya gittik. Yaklaşık iki saat sonrasında okul önündeydik ve ben eve girdiğimde kendimi ne kadar yorgun hissettiğimi fark ettim. Her şeye rağmen oldukça eğlenceli ve güzel bir gündü ve aklımda o günü hatırlayacağım pek çok anı kaldı.

 

 
            

 

 

                                                                                            Zeynep Sevgi Dönmez 378 11/F

Paylaş Facebook  Paylaş twitter  Paylaş google  Paylaş linkedin
Yayın: 21.12.2014 - Güncelleme: 08.12.2022 16:31 - Görüntülenme: 1169
  Beğen | 0  kişi beğendi