DİDİM'İ SOLUMAK
Didim özellikle de Altınkum'daki berrak ve benzeri başka hiçbir tatil kentinde bulunmayan denizi ile ünlü. Her yıl temmuz ortalarında başlayıp eylül sonuna kadar süren kalabalık sezonlarıyla, tatilcilerin uğrak tatil yeridir. Nüfusu normalde 30.000 iken yaz aylarında 100.000'i bulur muhakkak. Almanları, Rusları, Fransızları, Almanya'dan ve Türkiye'nin farklı bölgelerinden gelen birçok Türk'ü görebilirsiniz burada.
İki saat süren Manisa-Didim yolculuğunun sıcak buhranından kurtulup indik arabadan. Her yıl konakladığımız pansiyon, buraya ilk gelişimizdeki gibi onca apartman ve apart-otel arasında, bahçesinde barındırdığı rengârenk çiçekleriyle sırıtıyordu. Sağında havuzlu bir otel, solunda ise sakinlerinin hararetli gece sohbetlerini ve yemek saatindeki çatal, bıçak seslerini işittiğimiz Özge Motel vardı. Özge Motel ve pansiyonumuz arasında saymadığım bir detay daha var ki nasıl atladım, inanamıyorum. Beyazlı mavili dış boyasıyla bu arazide büyük bir yer kaplayan müstakil bir ev var kaldırım boyunca uzanmış gösterişli meskenler arasında, pansiyonumuza eşlik eden. Üç katlı olduğunu düşünüyorum fakat ilk katına alt sokaktan giriliyor ve bu sokaktan da bir çatıyı andıran orta kat terasına geçiş yapılabiliniyor. Balkon demirleri denizci mavisiyle boyanmış zamanında fakat yer yer küflenmekte. Büyük olmasına yorduğum bir bakımsızlık hâkim bu büyük eve ama maddi sebeplerde koruyabilir tabii gerçekliğini.
Babalarından ürktüğüm bir aile yaşıyor. Anneyi renkli ve biri göremeyen gözleriyle hatırlıyorum, bir de çocukları içeriye ya da –akşam vaktiyse- sofraya çağırışıyla hatırlıyorum en çok. Birkaç kız kardeş var, tam sayısını ne yazık ki bilemediğim. Oysa biriyle konuşmuşluğum, arkadaşlık etmişliğim var. Önceki yıllarda geçirdiğimiz iki haftalık öğle vakitlerine bir göz atarsak iyi anlaştığımız ve kızın gayet hoş sohbet, daha doğrusu o yaşlara hâkim olan hoş oyun arkadaşlığına sahip olduğunu söyleyebilirim. Ama daha sonraki gelişlerimizde ya onu hiç göremedim ya da annemin yasağıyla konuşmamak durumunda kaldım. Şimdi düşünüyorum da neden kısıtlandık ki böyle, birbirimize karşı? Hâlbuki Türkiye'de köpek balığı olabileceği fikrini, onun ''Mavişehir'de köpek balığı varmış.'' deyişiyle düşürmüştüm aklıma, yıllar önceydi. Güneşin eriyip tenimizde şiddetle akmasıyla eşyalarımızı alıp, sağda kalan beyaz boyalı otelin ikinci kat balkonları hizasındaki pansiyon merdivenine yöneldik, klimalı odaya çıkmak gayesi aklımıza yayılırken.
Bahçe kapısı balkon demirlerinde görmeye alışık olduğum kahverengindeydi ve içeriye girerken üç basamak aşağıya inmek gerekiyordu. Solda beş bilemediniz altı metre kadar uzanan dar ve uzun, topraklı bir alan vardı. Pembe güller bahçede bulunan her toprak alanda görebileceğimiz çiçeklerdi. Hemen yanında ön bahçeye inen iki basamak vardı, temizlik malzemelerinin olduğu yüklüğün kapağının önünde. Sağa bakınca bir çeşme, yanında ufak bir toprak alan, yine fidanlarla dolu; onun sağında damacanaların durduğu yüklüğü görüyorduk. Onun yanındaki basamaktan geçince de ön bahçeye varılabiliyordu fakat ipteki yeni asılmış nemli çamaşırlara değmeden imkânsızdı.
Ortada bulunan ve üst katlara çıkılan merdiveni takip ederek iki katlı ve en üstte bir terası olan pansiyonun ikinci katındaki en büyük odaya yerleşmek üzere harekete geçtik. Kardeşim bana düşen çantaları da taşıya dursun, ben uzaklardan gözüme takılan güzel Ege Denizi'ni seyre daldım. Sahil değil de açıklar görünüyordu. Bir yelkenli usulca yol alıyordu, buradaki her şeyden habersiz. Pansiyon sahibi Ali Amca'nın ''Hoş geldiniz!'' nidasıyla uzaklardan buraya döndüm. Babam kısa ve loş koridordan geçerek Ali Amca'yla konuşmak üzere ön bahçeye indi. Ben de anneme yardıma gittim.
Koridorun sağında bir oda ve sonunda mutfağa açılan kapısız giriş vardı. Mutfakta tahta pembe dolaplar, işe yarayabilecek her türlü araç gereçle tıklım tıklımdı. Küçüktü ve bu kattaki her odaya ortaktı. Bir buzdolabı, bir ocak ve geldiğimiz sokağa açılan küçük ve sineklikli küçük bir pencere... Koridora döndüğümüzde girişe göre tam karşıda katın en büyük ve bize verilen odası vardı. Solda da iki oda daha ve sağ duvarda bir çerçeve, kuaförlerdeki ustalık belgelerine benzeyen fakat lekeli camı yüzünden ne olduğunu okuyamadığım.
Bir mizah dergisi kaparak çantamdan, bize ait kısmın balkonuna kuruluverdim. Dışarıya çıkar çıkmaz sıcak hava dalgası yüzümü yıkadı. Gökyüzü burada daha bir açıktı sanki. Sokaktan geçen farklı renkte tatilciler gördüm; çikolata kahvesi, ıstakoz kırmızısı ve fildişi beyazı... Karşımda uzayıp üç sokak ötedeki ilkokulla son bulan yokuş, tatilcilerin meskenlerini sağlı sollu görmekte ve bizim de bulunduğumuz kaldırıma paralel sokakla balkonumuzun tam karşısında birleşmekteydi. Önümüzdeki sokak ne zaman kullanıldığını bilmediğim pazar yerine ulaşıyordu, sağa saptığınızdaysa süpermarketlerin çoğunluğu oluşturduğu caddeye çıkmaktaydınız. Yan otelin ön bahçesinden havuza atlayanların bağırışları ve suya çarpış sesleri çalındı kulağıma, denize gitme vakti gelmişti.
Güneş zararını az da olsa yitirmiş dışarı çıkabilmemiz için bize fırsat vermişti. Yıllardır aynı sezonda geçtiğimiz sokaklardan yine geçerek kıyıya ulaşmayı düşünüyorduk. Evlerle çevrelenmiş yokuşlu sokakları geçerek daha hareketli meydana girdik, aralarında yeşil alan bırakılan lüks apartmanlar doldurmuştu bu kez kenarları. Biraz uzakta Bodrum'daki evleri andıran beyaz binaların oluşturduğu site seçiliyordu, hemen sağımızdaysa alt katı hediye dükkânlarına ayrılmış ''Didyma Apart Otel'' vardı. Sola yönelip caddeyi kazasız geçmeye uğraştıktan sonra beni benden alan mavi derinliği gözlerimle nihayet buluşturabildim. İçimde garip bir heyecan, neşe ve enerji dolu bir kıpırtı vardı. Palmiyelerin sınırlandırdığı yol kenarlarına boy boy dizilmiş restaurantları, otellerin kahvaltı salonlarını, gündüzleri kapalı olan barları, gazete bayilerini, soğuk içecek için koşar adım gelinen süpermarketleri, çevreye bir göz atılırsa oldukça mütevazı bulunacağı kesin aile çay bahçelerini ve deniz malzemesi satan dükkânları ardımızda bırakarak sahil şeridi diye adlandırabileceğimiz ''deniz kenarına'' ulaştık. Aşağıya inip tane tane ve sıcacık olan kuma ayak basmadan önce, mayosunun kurumasını bekleyen küçük çocuktan sonra, havanın kararmasıyla kendini çiğdem çitleyenlere, bira içip kendinden geçenlere, yorulup dinlenmeye çalışan kalabalık ailelere oturak olacak bankları inceledim.
Sahile giriş değiştirilmiş, tahta korkuluklu merdivenler ve iskele benzeri yürüme bandı eklenmişti. Girişin hemen solunda kısa bir tanıtım yazısıyla dikilmiş Poseidon heykeli vardı.
Aşağıya inmeden beş-on dakikalık yürüyüş mesafesiyle gelmiş olsak da bu süre çok uzunmuş gibi yüzümüzü boncuk boncuk tere boğmuştu. Hasırları, çantaları sahil güvenlik kulesinin gölgesine bıraktıktan sonra bir okul yılı kavuşmayı beklediğimiz maviye koştuk kardeşimle. Kumlar fazla sıcaktı ve sahil öyle kalabalıktı ki hem her yıl gördüğümüz manzaradaydı hem de serin sulara gidişimizi zorlaştırıyor, ayaklarımızın yanmasına sebep oluyordu. Güneş akışkan bir magma gibi denize damlıyordu. Kıyılarda iğne atsan yere düşmüyorken, açıklara doğru seyrekleşiyordu insan sayısı. Deniz bugün çarşaf gibiydi. Uzakta iki mavi birbirine karışıyor, gökyüzü ve denizi, hâlini bilmediğimiz Yunan Adaları ayırıyordu. Arkamızda uğultuyu andıran tatilci gürültüsü yoktu fakat bir şeyin kulakları meşgul ettiğinden emindim. Kalabalığın gürültüsü ve oynaşan insanların bulandırdığı sudan uzaklaşarak açıldık, dubalara kadar yüzdük. Bu sene paleti ilk defa deniyordum ve yüzmeyi o kadar rahatlaştırıyordu ki. Arada bir geçen balıklar, dalgasız yerlerde dibe yansıyan güneş ışınları, suyun verdiği hareket kabiliyeti, o özgürlük... Gökyüzüne bakmayı aklımdan bile geçirmezdim ki göz kamaştıran güneş aniden bulutların arasında sek sek oynar gibi bir görünüp bir kayboluyordu. İlk günün yağmurlu geçebileceğiyle ilgili bir korku doldu içime.
Denizden çıktığımızda hava kararmaya yüz tutmuş, biz geldiğimizde gitmeye başlayan turistler yok denecek kadar çoktan azalmıştı. O gün karşılaştığımız bir grup akrabayla tatil daha bir neşelenmişti. Gün batımında oynanan voleybol, yakar top vb. oyunlar büyükleri oyalarken ben ve kuzenim gönlümüzce deniz kabuğu toplamak üzere uzaklaşabiliyorduk. Bir gün bir balık gördük de yılan balığı sanıp nasıl hızlı yüzdük anlatamam, bir daha yüzün deseniz o kadar hızlı olamayız herhalde.
Didim'in Altınkum semti gündüze anlam katan şeffaf deniziyle olduğu kadar, gün doğumuna kadar süren gece hayatıyla da dillere pelesenk olmuştu. Bize uzak kalan ama barların hemen yanında olan evlerin sakinlerinden duyduğumuz kadarıyla gece yürüyüşümüz boyunca kesilmeyen müzikler ve eğlence sabaha kadar sürüyor ve eğlenceyi uykuya tercih edenler sabaha karşı anca evlerine gidiyorlarmış. Biz o saatlerde uyurken, club müziklerinden uyuyamayanlar bu tür durumlara şahitlik etmişler ki aslında pek bir önemi yok bunların. Denizden dönüp yemek faslını da atlattıktan sonra sahildeki banklara oturup dondurma yemek üzere giyinip süslenip düşüyoruz sabah denize gitmek için kullandığımız yollara. Bu kez geceye yansıyan parıltılı ışıklar eşlik ediyor bize, kalabalığın gökyüzünde dolaşan uğultusu sıvazlarken sırtımızı. Didim Apart Oteli de geçtikten sonra birden neşe bulmuş capcanlı sokaklarda bulduk kendimizi. Tatil dediğiniz ya kitap okumak ya da okuyacağınız yeri aynı zamanda gezmekti bazen. Birbirinden kandırışçı Maraş dondurmacılarını aşarak gece kulüplerinin sıklaştığı kısma vardığımızda, elinizi ağzına soktuğunuzda falınıza bakan belki biraz para tuzağı ama insanda merak uyandıran yılan saçlı Medusa kafası çekti dikkatimi. Onun yanında rekabete girmeye gerek görmeyen 8D, 9D kısa film göstericileri vardı.
Çok katlı barlardan sokağa yayılan türlü türlü şarkılar hem eğlenceye teşvik ediyor hem de bir arada baş ağrıtıyordu. Pitbull ve Rihanna'nın düeti arasına türkü bardan yana yakılan çıkan bir melodi arada pek hoş olmadı tabii. Daha sonraki akşamlarda kuzenim ve ben arkadaşlarımızla sahilde vakit geçirmeye başladık. Gitar çalan gençlerin mırıltısı alıştığımız enerjik şarkılardan uzak olsa da orada ettiğimiz muhabbetleri düşününce pek bir önemi yok açıkçası. Ayılmak için gece denize giren çılgın mı ararsınız yoksa tercihini meyve suyundan yapanı mı bilmem ama hepsinden bulabileceğinize eminim. Muhabbet koyulaştıkça kaçırılan uykularla sabahlayan kesim yanında saat bir oldu mu kalkan eli çekirdekli kesim de var ki hiçbiri ötekileşecek boyutta değil. Buralarda geceler de gündüzler de hareketli, kışın haklı donukluğunu burada atıyor insanlar belli.
Farklı tarzları barındıran farklı mekânlardan sarkanlar yalnızca turistler ve yüksek sesli şarkılar değil, geceye renk veren farklı renkte ışıklar da oluyor bir yandan. Aslında şeffaf olan, gece genelde simsiyah görünen mavi sular, böyle yerlerde öyle bir renk cümbüşüne ev sahipliği yapıyor ki kirlilik mi artan neşenin bir yansıması mı ayırt edemiyor insan.
Gecenin ilerleyen saatlerinde özellikle çocuklu aileler evlerine tıpış tıpış geçerken görülen manzaralar da ayrı bir olay aslında. Ağzının kenarında çikolatalı dondurma kalıntısı olanlar, bebek arabasından bir ayağı vücudundan bağımsız sarkanlar, babasının omzunda uyuyakalıp ağzından su akanlar ve daha nicesi...
Dışarıya yeni çıkışımızda değil de genelde dönüş yolunda dikkatimi çeken gök, eve dönüşü ertelemeye mi çalışıyor belli değil. Gecenin en ince yerinde, ardında gizlediği beyaz topaklardan biri gözüme çarpıyor, gökyüzünün oluşturduğu sisli savunma mekanizmasının arkasında. Yanında tek ve en parlak yıldız göze çarparken, bir yandan da ilerleyen sis ve geceyi takip ediyorsunuz yoldan yükselip kararmış bulutlara dokunmayı dileyerek. İşte böyle bir gecede sahilde oturduğunuzu düşünün, klişeleşmiş her türlü yaz gecesi şarkısından uzaklaştıranı, size sizi özel hissettirenleri düşünerek nefes alabildiğiniz. Arkadaşlarınız ellerinden düşmeyen cep telefonlarıyla yazlıktan birilerini çağırırken eğlenmek adına, siz havalanıp karşı kıyıya varmak üzeresiniz çoktan.
Her gün aynı gibi görünse de kendine has, bir dünya gelişmesi yaz günlerinin. Örneğin yaz tatilinden iki hafta ayırdığımız Didim günlerimizden birinde bir tekne turuna katıldık ve ben hiç görmediğim bir manzara gördüm. Su isterse 25m olsun, o kadar berrak ve durgun ki dip yanı başınızdaymışçasına net görüntüye ulaşabiliyorsunuz gözlerinizle. Elinizi uzatsanız dokunabilecekmiş gibi, suyun verdiği göz yanılmasıyla da birlikte. Önünüze serilen açıklı koyulu mavi ve yeşil, usta bir ressamın elinden çıkmış profesyonel bir tabloyu andırıyor siz tekneden sarkarak o tabloya dalmak isterken. İnsanlar bir yandan suyun soğukluğuyla ilgili tedirginlik yaşarken bir yandan da bir an önce o tablonun bir parçası olmak için yarışıyorlar. Biz de bu mücadelede yerimizi alarak can yeleği takanları sollayıp kendimizi mavinin eşsiz hazzına bırakıyoruz bulutlar şahitlik ederken bu görüntülere. Didim'de sayısı kesin belirtilmemekle birlikte 5 tane koy olduğu geçer: Akbük, Balık ve daha fazlası, isimlerinden bazılarında da tereddüt edilebilen. Zamanında birçok ünlüye kucak açmış Bodrum ve Antalya koylarının yanında Aydın koyları da.
Catherine Denuve, Tom Hanks, Mick Jagger, Dustin Hoffman, Pamela Anderson, Kid Rock, Adriana Karembeu, Franz Beckanbaur, Bo Derek, Shakira, Elizabeth Hurley, Gerd Müller, Bon Jovi, Enrique Iglesias, Paul Newman, Jennifer Lopez, Tom Hanks, Tina Turner, Dustin Hoffman, Ürdün Prensi Hassan El Bin Tallal, Nicole Kidman Ege ve Akdeniz koylarının tadına bakanlardan bazıları. Günümüzdeyse çarpık yapılaşma ve balık çiftliklerinin kıskacında ne yazık ki cenneti andıran bu doğal güzellikler.
Ünsüz turistlerden kimileri Altınkum'un kalabalığından sıkıldığında kendini buralara atıyor ki atılmayacak gibi de değil. Dedim ya her an bir fırça darbesi olmak isteyeceğiniz bir tablo gibi adeta. Aynı zamanda Apollon Tapınağını da bünyesinde barındıran Didim, turistik gezileri farklı açılarıyla işlemek isteyenlerin de ortak buluşma mekânı oluyor bu sayede. İsteyene sakin, hoş ama asosyal tatil köyleri, isteyene bilindik komşular taşıyan merkeze azıcık uzak toplu siteler, isteyene oldukça hareketli ve enerji dolu merkez, isteyene de kendini nasıl hissetmek istiyorsa öyle hissedebileceği sıradanlıktan uzak doğa harikası renk pazarı muhteşem koylar... Ha bunun yanında yabancı turist sayısı her geçen yıl azalıp yerli turist sayısı artarken antik tarihi mekânlar da harap olmaktaymış o ayrı bir konu.
Bizim gördüğümüz koylar gayet naçizaneydi ve görülmeye değerdi. Her tekne hemen hemen aynı yere gittiği için bazı yerlerde karşılaşıldı. Medusa Club'a ayrılan kısma girildi, ismini Balık diye hatırladığım koyda dip öyle netti ki ismini hatırlayamadığım bir koyda o gün akıntı olduğu için yüzemememe üzülemedim bile. Sabahın ilk ışıklarının suya yansıması bu şöleni taçlandırıyordu.
İki haftalık, her günü aynıymış gibi görünen ama her gün farklı bir ayrıntıyı fark edip sindirdiğim sevgili Didim topraklarından ayrılırken beni avutacak, aklımda yıllar sonra bile tazeliğini koruyabilecek hatıram, denizle bulduğum özgürlüğümdü. Tekrar kavuşacağımız günleri beklemeye koyulurken ardımızda kalan sıcak denize ve Didim'e bakakaldım.
Şevval Pınar GÜLER
11-F 34