ESKİŞEHİR- ANKARA
Ankara görmeden sevdiğim, en sevdiğim şehir...
5 kasım gecesi saat on bir buçuk civarında okula geldik. Hemen hemen herkes oradaydı. Annem Serpil Hoca'yı görür görmez yanına gitti ve soru yağmuruna tutmaya başladı. Ben de kendimi oradan kurtarıp bizimkilerin yanına attım. Biz okula gittikten on beş yirmi dakika sonra aracımız geldi. Herkes kendine en güzel yeri bulabilmek için otobüse koşturdu. Biz de orta bölümün biraz daha arkaya yakın olan kısmını kendimize yer edindik. Herkes yerine yerleştikten ve klasik vedalaşma törenini de atlattıktan sonra yola çıktık.
Yolculuğumuzun ilk yarım saati Serpil Hocanın uyarıları ve yerleşmeye çalışmakla geçti. Biraz da muhabbetten sonra arka tarafa Ecemlerin yanına gittik müzik açıp oynamaya başladık. Tam yorulup yerlerimize oturduğumuzda Kula Yunus Emre Tesislerinde mola verdik. Saat iki buçuk civarında tekrar yola çıktık. Bu sefer bütün enerjimiz bitmişti hepimiz koltuklara yığıldık. Ben hariç herkes uyudu. Ben zaten oldum bittim otobüste hiç uyuyamam, hep beni dürtüp uyandırıyorlar gibi gelir. Biraz telefonla oyalanarak biraz da film izleyerek vakit geçirdim, sonra bir baktım Afyon'a gelmişiz bile. Molada herkes sucuk ekmek yedi ama biz dinlenme tesislerinde yemek yemekten çok etrafı gezmeyi, rengarenk hediyeliklerin olduğu rafları karıştırmayı tercih edenlerdeniz. Pek de uzun olmayan molamızın ardından tekrar yola çıktık.
Gece yolculuklarını hiç sevmem aslında çünkü uykusuz kaldığım yetmezmiş gibi bir de yolları hiç göremiyorum. Görebildiğim tek şey karartılar ve uçsuz bucaksız dağlar oldu.
Sabah yedide Eskişehir'e geldik, küçük ve sevimli bir yerde kahvaltımızı yaptık. Beş altı masalı, açık mutfaklı samimi bu küçücük mekanın bir duvarı ünlülerin resimleri ile doluydu. Kahvaltıdan sonra tekrar otobüse yerleşip kısa bir şehir turu yaptık. Lüle taşı satılan küçük bir dükkana girdik önce, etrafımız lüle taşından magnetler, pipolar, kolyeler ve daha bir çok hediyelikle doluydu. Eskişehir'de en çok ilgimi çeken şey sokaklardaki rögarlardan çıkan işçi heykelleriydi.
Eskişehir gerçekten beklediğimin çok üstünde bir şehir. Etraf çok düzenli ve güzeldi. Köprüdeki işlemeler ve farklı heykeller ilgi çekiciydi. Daha sonra Espark AVM'ye gittik. Dışarıdan çok büyük ve güzel görünen bu AVM, içine girdiğimizde gözümdeki o görkemini kaybetti. Çünkü içini böldükleri için küçülmüştü sanki. Neyse, burada yemek yedik ve saat üçte buluşma noktamızda toplanıp Eskişehir Anadolu Üniversitesine gittik. Burası beklediğim kadar güzel bir okul değildi.
Güzel ve büyük bir kampüsü vardı ama beklediğimiz ilgiyi göremeyince ister istemez okulu sevemedim. Üniversitenin beğendiğim tek yönü, yer yer bulunduğumuz konumu ve bölümlerin olduğu yerleri gösteren haritalardı.
Saat beş civarında Ankara'ya doğru yola çıktık. Tam Bu Tarz Benim'in saatiydi Mualla Hoca'ya karşı verdiğimiz büyük mücadeleden sonra kanalı değiştirtebildik. Biraz televizyonla vakit geçirdikten sonra herkes gibi bizde o tatlı uğultunun içinde Deniz'le muhabbete daldık, yol nasıl geçti anlamadan Ankara'ya geldik bile. Ankara'ya girer girmez 'Hocam otele ne kadar kaldı?' sorularımıza hep "2 dakika sonra oteldeyiz." cevabını alsak da trafik yüzünden ancak 1 saat sonra otele giriş yapabildik. Otele gider gitmez eşyaları odamıza atıp hemen yemeğe indik. Küçük otelimizin küçük yemek salonunda fazla da zengin sayılmayan bir menüyle yemeğimizi yiyip odamıza geçtik. Uyunamayan gecenin ve yolun yorgunluğunu atmak için hemen birbirine yapıştırılmış üç yatağa kendimizi attık. O kadar yorulmuşuz ki sabah üç alarm ve uyandırma servisiyle ancak uyanabildik. Giyinip kahvaltıya indik, akşam yediğimiz yemeğe göre daha zengin bir menü vardı karşımızda. Saat sekiz civarında otelden çıkışımızı yaptık. Otelin önünde bir hatıra fotoğrafı çekildikten sonra otobüsteki yerlerimizi alıp şehir turumuza başladık.
Birbirinden farklı mimarileriyle çeşitli ülkelerin büyükelçilikleri, görkemli ve büyük bakanlıklar, gösterişli gökdelenler, hepsi, etrafımızda gördüğümüz her şey o kadar güzeldi ki bir ara fotoğraf çekmeye kendimi çok kaptırıp Çankaya İlköğretim Okulunun bile fotoğrafını çekmişim.
Fazla uzun sayılmayan şehir turumuzun ardından efsane okul ODTÜ'ye geldik. Daha girişte beni büyüleyen bu okul, gezdikten, gördükten sonra bendeki büyüsünü kat be kat arttırdı. Okuldaki rehberlerimiz de ODTÜ'nün iki öğrencisiydi. O kadar büyük bir kampüstü ki öğrencilerin söylediğine göre içine 11.000 halı saha sığabilirmiş. İçinde metro durakları, Eymir gölü, ata heykeli, ormanı, hem özel hem de devlet yurtları, bankamatikler, kafeler, restoranlar ve kendine ait daha birçok sembolü olan bir okul. Yani, bir ODTÜ öğrencisi okul hayatı boyunca kampüsten çıkmadan yaşayabilir.
Okuldaki kısa turumuzun ardından seminere girdik, bize okulu tanıtan aynı öğrenciler bu sefer okullarının eğitiminden bahsetmek için yine bizi bilgilendirdiler. Vedalaşırken bile üzüldüğüm mükemmel bu okuldan ayrıldıktan sonra Hacettepe Üniversitesine gittik. Aslında küçüklüğümden beri istediğim bu okulu pek fazla sevemedim. Burada sadece yemek yedik sonra da Anıtkabir'e gittik. Dünyada en çok görmek istediğim yere... Anıtkabir'e... Daha girişinde aslanlı yolda yürürken bile tüylerimi diken diken yapan o atmosfer gerçekten insanı bambaşka yerlere götürüyor. Önce askerlerin nöbet değiştirme törenini izledik. Daha sonra Atatürk Müzesini gezdik. Atatürk'ün kıyafetleri, kullandığı malzemeler hiç görmediğim resimleri ve bal mumu heykeli...
Bütün bu şeyleri görüp o atmosferi yaşadıktan sonra gözyaşlarınızı tutabilmeniz mümkün değil. En son Anıtkabir'in içine girecektik ama maalesef kendimizi müzede biraz fazla kaptırdığımız için içine giremedik. Gerçekten gezide en çok üzüldüğüm nokta bu oldu.
Anıtkabir'den sonra Cepa AVM'ye gittik. Burada üç saat serbest zamanımız vardı. Avm Espark'tan daha güzel ve büyüktü, en beğendiğim şey de lavaboya giderken koridora yapılmış olan şaka aynalarıydı.
Yolculuğumuzun başları gelişimizden daha eğlenceli geçti. Berfu en öne geçip mükemmel sesiyle(!) bize şarkı söyledi, biz de oynadık, eğlendik. Bir iki saat sonra Serpil Hoca'nın müdahalesiyle hepimiz yerlerimize geçtik ve bu sefer geliştekinin aksine uykuma yenik düştüm. Manisa'ya gelene kadar uyumuşum, gözümü açtığımda sekiz havuzunun oradaydık.
Hande İÇÖZ 11-B