T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
MANİSA / YUNUSEMRE - Manisa Hasan Türek Anadolu Lisesi

BEDBAHT - BERİL TATLIDİL

BEDBAHT

Küçük çocuk, odasının penceresinden uzun uzun sokağı izledi. Önce taksi durduran yaşlı adamı, sonra okullarına giden renk renk üniformalar giymiş öğrencileri, daha sonra elinde bir buket çiçekle koşturan kızı, soğan satan kamyoneti, dükkânının kepenklerini gürültüyle açan ayakkabı tamircisini gördü.Ellerini ayaklarına götürdü, yüzünü tuhaf bir hüzün kapladı... " Düşlediğim dünya bu kadarcık mı? Daha ötesi yok mu?" diye geçirdi içinden. Saate baktı, dokuz buçuk olmuştu.Kara, okul defterini almak için masasına doğru uzandı. Kimi sayfada çözülmüş matematik problemleri, kimi sayfada ise kendi hayal dünyası vardı. Hayal dünyasında ise tek bir kişi vardı:Zühal.

Günler aynı monotonlukla geçip giderken o, büyük insanlar gibi sıradan bir hayatın içinde sonsuza dek çürüyüp gitmekten korkuyordu. On beş yıllık hayatı boyunca her zaman akranlarından farklı olmuştu. Arkadaşları iyi bir üniversiteye gitmek için ders çalışırken o, hep sanat okuluna gitmek istiyordu. Çok iyi bir yazardı. Etrafında gördüğü her şeyi küçük eski defterine yazmaktaydı. Bazen gördüğü rüyaları, bazen evde yaşananları...Ancak çoğunlukla Zühal'i yazardı kadim dostu olan kara defterine. Evet, dersleri çok kötüydü. Her zaman okuldan kaçar ve bu yüzden babasından tonlarca azar işitirdi. Bu onun toplum içinde "tembel" olarak nitelendirilmesine sebep oluyordu. Fakat bu durum Mehmet Emin'in çok da umurunda değildi. O,"herkesleşmemek"üzere kendisine yemin etmişti.

1928 yılında Bursa'nın Mudanya ilçesinde doğmuştu Mehmet Emin. Ali Rıza Bey ve Edibe Hanım'ın en büyük çocuklarıydı. Dokuz yaşında Burhan ve yedi yaşında Ayser adlı iki kardeşi vardı. İkisini de çok severdi, ancak ailenin en küçüğü olan Ayser onun için her zaman daha değerli olmuştu. Maddi durumları hiçbir zaman iyi olmamıştı. Beş kişilik aile sadece Ali Rıza Bey'in maaşıyla geçiniyordu. Bu yüzden okul defteri olarak alınan defterine matematik problemleri yerine şiirlerini, yazılarını yazmayı tercih etmişti. Zühal'i yazmayı tercih etmişti... Kimdi bu Zühal?

     Mehmet Emin ve yakın arkadaşı okuldan çıkmışlar, evlerine doğru yol almaktalardı. Birdenbire gözü bir evin penceresine ilişti. Hemen evlerine komşu olan evin penceresine. Tatlı ve sevimli bakışlarıyla, daha çocukluk alametleriyle göze çarpan ve onun hayatının yegâne düşüncesi olacak bir kızı gördü. Onun gülen bakışlarını gördüğünde hayatı değişmişti. Arkadaşına sezdirmeden hızlı adımlarla eve gitti ve evin en sessiz odasına çekildi, düşünmeye başladı. O zamana kadar inanmadığı aşk denen şeyin kendisine uğradığı kesindi. Her geçen gün aklında o vardı. Ancak şuan mukaddes olan tek şey, o melek gibi kızın adını öğrenebilmekti.

     İşe koyuldu ve mahalledeki bütün erkek çocuklarıyla arkadaş oldu. Küçük kalbi ilk defa âşık olmanın verdiği heyecanla adeta uçuyordu. Kızın adını bulmak uğruna her gün adeta savaş veriyordu. Günler böyle geçip bir daha deri dönmemek üzere gidiyordu. Fakat bu böyle sürüp gidemezdi. Artık bu konuya kökten bir çözüm bulmalıydı ki bir anda, onun için hiç unutulmayacak bir tesadüf karşısına çıktı. Eski bayramlar belli bir alanda kutlanırdı. Kızın evi de bu bayram yerine yakındaydı. Mevsim yaz olduğundan bayram yerine bir cambaz kumpanyası gelmişti. Her sene yazın gelirler 18-20 günlük bir gösteriden sonra bir daha seneye yaz gelirlerdi. Aşkını görebilme umuduyla gittiği cambaz gösterisinde kız bir anda karşısında belirdi. Sanki Pinokyo'yu insan yapan peri, aşkından bitap düşen küçük Mehmet Emin'i görmüş ve sihirli güçlerini kullanarak kızı yanına getirmişti. Şimdi beraber cambaz gösterisini izliyorlardı. Saçları iki yandan kurdeleyle bağlanmış, bordo elbisesinin altına bordo işlemeleri olan beyaz çoraplar giymişti. Bir çocuğu andırıyordu arkadan. Kız kahkahalar eşliğinde gösteriyi, Mehmet Emin ise kızı izliyordu. Gösteri boyunca gözlerini onun üstünden hiç ayırmadı.

     Ertesi gün her zamanki gibi camından dışarıyı izleyen Mehmet Emin, evlerinin önünden geçmekte olan sevdiceğini görünce bisikletini aldı ve arkasından ona hissettirmemeye çalışarak sürmeye başladı. Kız gidiyor arkasından Mehmet Emin onu takip ediyordu. Bu böyle birkaç dakika sürdü. Ancak kız sonunda dayanamadı ve arkasına döndü.

-Arkamdan ne için geliyorsun?

     Şaşırmıştı küçük çocuk. Hınzır bir tebessümle cevap verdi.
-Belki sizi çalarlar!..

Diyebildi sadece. O sırada dimağı işlemiyordu. Yaz tatili çektiği aşk acısıyla geçip gidiyordu. Komşusunun evininin önünden geçerken hep onu görmek umuduyla pencereye bakıyordu. Birçok çocukluğunun vermiş olduğu itici hareketlerde bulunuyordu kız. Dil çıkartmaları, tükürmeleri... Ancak Mehmet Emin bunların hepsine katlanıyordu. Çünkü gözü aşk denen illetle boyanmıştı. Bir şekilde Mehmet Emin, sevdiği kızın adını öğrenebilmişti: Zühal.

     Aradan bir sene geçmişti. Mehmet Emin on altı yaşında olmuş, bir sene ona daha da olgunluk katmıştı. Ancak Zühal'e karşı olan aşkı dinmek bilmiyor, aksine daha da körükleniyordu. Bir gün arkadaşı Orhan'dan Zühal'in evlerinin yakınında olan parkta olduğu duyumunu alan Mehmet Emin koşarak oraya gitti ve uzaktan onu izlemeye başladı. Biri tarafından izlendiğini fark eden Zühal alaycı bir tavırla kalabalık arkadaş grubundan ayrılıp Mehmet Emin'e doğru birkaç adım ilerledi.

-Benim arkamdan neden bu kadar koşuyorsunuz?

     Mehmet Emin tam cevap verecekti ki Zühal cevabı merak etmemiş olacak arkasını dönüp uzaklaştı. Mehmet Emin de parktan mahmur adımlarla oradan uzaklaştı. Yol boyunca Zühal'e vermek istediği cevabı kafasının içinde yineleyip durdu.
-Evet, sizin arkanızdan şunun için koşuyorum sevgili Zühalciğim; Hürriyetimi aldınız. Artık kalbim yalnız değil sizin kalbinizle yaşıyor! Siz ise daha benimle alay ediyorsunuz...

     Mehmet Emin, Zühal yüzünden kafasını derslerine veremiyor; bu yüzden babası Ali Rıza Bey'den sürekli azar işitiyordu. Yine de kalbine engel olamıyordu. Her gün Zühal ile konuşmayı ve okuluna kadar refakat etmek istiyordu. Zühal bu isteğine her seferinde olumlu cevap veriyor, Mehmet Emin buluşma noktasına gidiyor, ancak hiçbir zaman Zühal'i orada bulamıyordu. Bir gün yine mahzun bir şekilde Zühal'in gelmeyeceğini bilmesine rağmen onu beklediği sırada, sesini duyar gibi oldu. 

-Mehmet Emin!

     Kaskatı kesilmişti zavallı çocuk. Sevdiği kız ilk defa ismini telaffuz etmişti. Yanına yaklaştı.

-Zühal.

     Sessizce okula doğru ilerlediler...

     O günden sonra Zühal, Mehmet Emin'den adeta kaçtı. Bunun neden olduğunu bilmiyordu ancak öylesine üzülüyordu ki... Nedenini sormak için ona bir mektup yazdı, evlerinin önüne bıraktı. Zühal'in mektubu okumasını beklemek üzere odasındaki pencerenin önüne geçti. Zühal dışarıya çıktı Mehmet Emin'in yerde duran mektubunu gördü ancak gördüğü halde almadı. İşte o anda Mehmet Emin, Zühal'in onu sevmediği kanısına varmıştı. İzzeti nefsi kırılmış ve kendini dünyanın en bedbaht insanı ilan etmişti. Şansını bir daha denedi, bir mektup daha yazdı ve sonunda aynı kâğıdın arkasında Zühal'den bir cevap geldi.
-Ben de seni seviyorum...

İki genç ailelerinden gizli evlerinden kaçıp tenhalarda buluşmaya başlamışlardı. Aralarındaki ilişki oldukça düzeyli ve aşk doluydu ancak birinin görmesini istemedikleri için gecenin karanlığını buluşma zamanı olarak belirlemişlerdi. Üç yıl boyunca gizli buluşmalarını devam ettirdiler. Ancak bir vakit Zühal'in üvey babası gelen mektuplardan şüphelenmiş olacak ki tam Mehmet Emin parkta beklediği sırada o da parka geldi. Gecenin loş ışığında zorlukla seçilen suratı oldukça ürkütücüydü. Zühal'in üvey babasını önceden fark eden Mehmet Emin karanlığa saklandı. Bir süre parkta oyalanan adam sonunda evine geri döndü.

     Mehmet Emin haftalarca, her hava karardığında parka gitmeye devam etti. Zühal'e tonlarca mektup yazdı. Ancak ne mektuplarına cevap aldı ne de parka gelen biri oldu... Kara defterini açtı. Zühal'i anlattığı sayfalara hüzünle bakarken eline bitmekte olan kalemini aldı ve düşüncelerinde Zühal ile buluşurken kaleminden şu sözler döküldü.

BEKLERKEN
Enginde ansızın durulunca su,
Bir sabah bir sabah en güzel şarkılarla gel!
Gözünde baharın yeşil buğusu,
Saçlarını çözen bir rüzgârla gel!

Sedef kumsalları yıkar nefesim,
Kaybolur enginde hıçkıran sesin,
Sevgilim, ne olur geçmeden mevsim
Üstümde uçuşan martılarla gel!

Gel ey baharın biricik gülü
Kalbimin yok hasrete tahammülü
Her günüm bir siyah tülle örtülü
Bekliyorum seni bu baharla gel!

Zaten tanışmakta olan Mehmet Emin'in ve Zühal'in aileleri birbirleri hakkında olumlu şeyler düşünmüyorlardı. Öyle ki Mehmet Emin, Zühal'in üvey babasının kendisi hakkında:

-Evlerine gittim, oturacak bir kilimleri bile yok. Kalmış ki zaten ben kızımı daha münasip bir ailenin oğlu ile baş göz edeceğim. Mehmet Emin'in dersleri güzel değil, ondan adam olmaz.

Dediğini işitmiş ve hayatı başına yıkılmıştı. Mehmet Emin kendi kendine düşündü. "Benim kızım olsaydı ne yapardım? Elbette aynısını..." acı da olsa kendi kendine kabullendi, Zühal'in onun gibi istikbali bile olmayan biri ile yapamayacağına.

     Kendi ile yaptığı bu mantık münakaşası bile onun aşkını susturmasına yetmedi. Zühal'i görmek için evlerinin önüne gittiğinde Zühal'in annesi evin önüne çıktı. Mehmet Emin'e bağırmaya ve tükürmeye başladı. Bir süre sonra kadın sakinleştiğinde Mehmet Emin bütün cesaretini toplayarak yüksek sesle konuştu.

-Bir dakika izin verin de ne zamandan beri hem sizi hem de beni ilgilendiren meseleyi halledelim.

-Ne meselesi halledelim? Halledecek mesele yok ki.

Dedi. Genç adam üstündeki utangaçlığı bir kenara attı. Düşük omuzlarını dikleştirdi ve konuşmasına devam etti.

-Siz kızınızı parayla satacakmışsınız hâlbuki... Ben daha kendi paramı kazanıyor bir halde değilim. Ayrıca sizin ailenize de layık değilim. Şunu bilin ki mesut olmanın tek esası saadettir. Kurulacak yuvanın temel taşları samimiyettir.

-Ben zaten 20 yaşına kadar kızımı evlendirmeyeceğim. Senin daha 3 senen var. 3 sene sonra kızımı istersen yine vermeyeceğim, onu seni oyalamak için söylemiştim.

      Bu sözlerin ardından Mehmet Emin oradan uzaklaştı. Ancak yine de aşkından vazgeçmiyordu, vazgeçemiyordu... Her gün evlerinin önünden geçmeye devam ediyordu. Gözleri Zühal'i arıyordu ancak o, yoktu. Bir gün Mehmet Emin yine Zühal'inin evinin önünden geçmekteyken bir ses işitti.

-Emin! Emin!

     Genç adam önce sesin kimden geldiğini anlayamamış olsa da sonra sesin Zühal'in annesine ait olduğunu anladı. Arkasına döndü ve üstü başı dağınık olan kadının yanına gitti. Kadın eliyle saçlarına çekidüzen verdi.

-Bak Emin, kendi paranı kendin kazandığında kızımı sana vereceğim ama artık buralarda çok gezinme.

     Mehmet Emin onaylarcasına başını salladı ve evden uzaklaştı. Zühal'in annesinin, sırf Mehmet Emin onları rahat bıraksın diye kızını vereceği konusunda yalan söylediğini biliyordu aslında. Ancak yine de Zühal ile birkaç yıl sonra bile olsa evlenebilecek olma fikri onu bahtiyar etmişti.

     Salı akşamı evin önünden bir ses duyuldu.
-Ayser! Ayser!

     Mehmet Emin ilk duyduğunda bu sesin kime ait olduğunu anlayamamıştı ancak ikinci defa işittiğinde Zühal olduğu kanısına vardı. Zühal, küçük kardeşi Ayser ile görüşmek üzere onların evine gelmişti. Güzel ve alımlı sevgilisinin bu jesti ona büyük mutluluk getirmişti ancak kafası çok karışıktı. Zühal onu seviyor muydu, sevmiyor muydu? Nasıl bu kadar zıt olabiliyordu? Kafasını bu sorular kurcalarken Zühal'in eve girişini ve annesi Edibe Hanım'ın elini hürmetle öpüşünü büyük sevinçle izledi. Zühal, Edibe Hanım'a annesinin akşama kadar evde olmayacağını, bunu fırsat bilip Ayser'i görmeye geldiğini söyledi. Ancak Mehmet Emin de, Zülal de çok iyi biliyorlardı ki Zühal'in eve gelme amacı bu değildi.

     O akşam Mehmet Emin ve Zühal hiç birbirlerinin yanından ayrılmadılar.

Ertesi günü Hızır ve İlyas günü idi. O gün de bütün komşular yemeklerini alıp toplaşırlardı. Mehmet Emin bunu fırsat bilip Zühal'in yolunu gözledi ama o gelmedi. Bildiği tek bir şey vardı, aklından geçen "Hızır ile İlyas'ta en çok ne ile meşgul olursan ve neyi aklından geçirirsen o olurmuş. Ben de bugün aklımdan Zühal'i hiç çıkarmayacağım."

O aklından hiçbir zaman Zühal'i çıkarmamıştı ki...

     Genç adam artık temelli okula gitmeyi bırakmıştı. Her sabah erkenden uyanıyor, okula gitmek üzere evden çıkıp Zühal'i takip ediyordu. Yine bir sabah Zühal'i takip etmek üzere evden çıktığında Zühal'in yakın kız arkadaşı Mehmet Emin'in yanına geldi. Orta boylarda, esmer kızın bakışları yerdeydi.

-Zühal Balıkesir'e gidiyor.

     Kızın bu sözü karşısında ne diyeceğini şaşırmıştı Mehmet Emin.

-Niçin gidiyor?

-Ebe mektebine gidiyor. Bitirdikten sonra gelecek. Sizi bekleyeceğine yemin etti.

     Mehmet Emin'in içi büyük bir sevinçle dolmuştu. Heyecandan yerinde duramıyordu.

-Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim.

     Kız başıyla selam verdi ve tam ayrılmak üzereyken Mehmet Emin'in aklına Zühal için yaptığı kalp gelmişti. Uzun uğraşlar sonucu tahtadan yaptığı kalbin içinde ikisinin baş harfleri yazmaktaydı.

-Bir dakika durur musunuz? Onun için kalp yapmıştım, verebilir misiniz?

     Zühal'e vermek üzere kalbi aldı ve oradan hızlı adımlarla uzaklaştı kız.

     Saatler günleri günler ayları kovaladı. Zühal'in yarıyıl tatili için memleketine döndüğü haberini alan Mehmet Emin sevgilisini görebilmek umuduyla evlerinin önüne gitti. Yaklaşık bir saat bekledi ancak ondan hiçbir iz yoktu. Onu görme umuduyla yanıp tutuşurken bir anda hayalleri yıkılıvermişti, evine dönmek üzere yürümeye başladı. Tam o sırada omzuna dokunan el ile sıçradı genç adam. Arkasına dönmesiyle yüzüne büyük bir gülümseme yayılması bir oldu. Zühal birkaç ay içinde oldukça değişmişti. Çocuk yüzü gitmiş, yerine daha olgun bir ifade gelmişti. Saçlarını hemen çene hizasında bitecek biçimde küt kestirmişti.

-Mehmet Emin...

     Cevap vermek yerine hayranlıkla onun yüzüne bakmayı seçti. Zühal'in az önce aşk ile bakan gözleri şimdi endişeyle etrafı süzüyordu.

-Babam...

Dedi.

-Bir daha sakın beni görmeye gelme. Bizim evin yakınından dahi geçme. Yoksa babam seni öldürecek.

-Yapmaz.

-Yapar, öyle bir yapar ki hem de...

     İkisi de daha fazla konuşamadılar. Zühal hızla Mehmet Emin'i oracıkta yalnız başına bıraktı. İçi hüzünle dolan Emin yine de yılmayacaktı. Çok cesaretliydi ve kanı deli akıyordu. Sevdiği kızı ölüm yolunda olsa bile terk edemezdi. Derhal kahvede oturan babasının yanına gitti.

-Efendi Baba, defterlerimi almam gerekiyor. Kasanın anahtarını verir misiniz?

     Babasından kasanın anahtarını aldı ve doğruca eve koştu. Asıl amacı defterler değildi elbette, bunu artık siz de biliyor olmalısınız.

     Kasayı açtı ve tam karşısında parlaklığıyla gözünü alan babasının silahını kemerinin arasına sıkıştırdığı gibi Zühallerin evinin yolunu tuttu. Mehmet Emin sevgilisini görmeye devam edecekti ve bu silah, onu Zühal'in üvey babasından koruyacaktı. Eğer ona bir şey yapacak olursa onu bu silahla tehdit edebilirdi.

         Büyük bir özgüvenle Zühallerin ahşap kapısının önüne oturdu ve içeride konuşulanları dinlemeye başladı. Tek merak ettiği Zühal'in annesine kendi ile ilgili bir şey söyleyip söylemediğiydi. Sağ kulağını kapıya yasladı. Zühal'in ipek sesini duyduğunda yüzüne sıcak bir tebessüm yayıldı Mehmet Emin'in.

        İşte o anda Zühal'in üvey babasının karşıdan hiddetle ona doğru yaklaştığını gördü. Heyecan ve panik içinde belinde asılı duran silahı çıkarttı ve önünde siper etti. Adeta bir canavar gibi Mehmet Emin'in elindeki silaha doğru hamle yaptı adam. Ve silah bir anda kendiliğinden ateş aldı. Mehmet Emin korkuyla zıpladı. Birkaç saniyeliğine ne olduğunu anlayamadan etrafına baktı. Çıkan kurşundan kimse zarar görmemişti. Otuzlu yaşlarındaki üvey baba ile birkaç dakika mücadele ettikten sonra silah yere düştü. Silahı yerden almak için hamle yaptığı sırada sol tarafında büyük bir acı hissetti Mehmet Emin. Bakışlarını hemen önüne eğdi kalbinin tam üstünde duran siyah çakıyı fark ettiğinde ağzından kanlar gelmeye başladı. Öksürdü ancak kendi kanı adeta onu boğuyordu. Yere düştü. Gerginleşen vücudu titremeye başlamıştı. Sanki artık vücudunun hiçbir bölgesi kendi egemenliği altında değildi. Gözleri Zühal'i aramaya başladı. İşte tam kapının önünde mavi elbisesiyle kendisine dolu gözlerle bakmaktaydı. Üvey babası hayatının aşkını bıçaklamıştı ancak Zühal hala o pis adamın korkusundan Mehmet Emin'e yaklaşamıyordu. Üstelik ölürken bile...

"Ölmeme ramak var ama aklımda hep Zühal var. Ben bir esirim, kalbimin esiri." diye geçti son cümleleri aklından. Hiçbir zaman için Zühal'in onu tam olarak sevdiğinden emin değildi ve olamayacaktı da. Ama bildiği tek bir şey vardı; ona âşık olduğu dört yıl boyunca her gün, onun için ölebileceğini biliyordu. Gözlerini Zühal'i ile cennette buluşmak üzere sonsuza dek kapattı...

     Mehmet Emin'in Zühal'e aşkı, aşkların en temizi, en güzeliydi. Bunu en iyi, Zühal'i her gün anlattığı kara defteri biliyordu. Ve bir de onun yazılarını okuyanlar...

     Defterin bitmesine son bir sayfa kala ölmüştü Mehmet Emin. Eğer yaşasaydı kadim dostuna Zühal'i anlatamayacaktı artık.  Çünkü kara defterin sayfaları tükenmişti. Her yırtık ve sarımtırak sayfa Zühal ismiyle doluydu ancak son sayfanın en üstünde silik harflerle şunlar yazıyordu: "Ne olur unutma beni."

Beril TATLIDİL
11/F    907

Paylaş Facebook  Paylaş twitter  Paylaş google  Paylaş linkedin
Yayın: 13.04.2017 - Güncelleme: 08.03.2025 20:46 - Görüntülenme: 1269
  Beğen | 0  kişi beğendi